top of page
  • Yazarın fotoğrafıBaştan Uca

KOMŞU ADA KASTELLORİZO

Bu hafta "Hazır Kaş'a kadar gelmişken gitmemek olmaz," dediğimiz bir yere, bir adaya konuk oluyoruz: Meis Adası (Kastellorizo).


Saat 10.00'da hareket edecek feribota binmek üzere kampımızdan ayrılıp Kaş limanına doğru yola koyuluyoruz. Pasaportlarını gümrük polisinden alıp feribota binmek için bekleyen diğer yolcuların arasına dahil oluyoruz. Sonunda adımız okunduğunda feribotun üst katına oturup hareket anını bekliyoruz.



Motorumuz çalışıp beyaz köpükler eşliğinde Kaş'ı ardımızda bırakırken manzarayı seyre dalıyoruz. Küçük kara parçalarının etrafını saran mavi örtünün üstünde tüm günümüzü geçireceğimiz komşu adaya doğru yol alıyoruz. Adaya yaklaşırken bizi karşılayan ilk yapılar rengarenk evler ve Osmanlı Camisi oluyor.


Yaklaşık yarım saat süren yolculuğun sonunda karaya ayak basıyoruz ve ada gezimizin başlamasını geciktiren bir gümrük kontrol kuyruğuyla karşılaşıyoruz. Tüm işlemlerimiz bittiğinde saat 11.30'u buluyor.



Kıyı şeridi boyunca devam eden dar sokakta yürürken kafelerde oturan, hediyelik eşya dükkanlarına müşteri çekmeye çalışan veya sokak başlarında muhabbet eden adalıları görüyoruz. Henüz birkaç bina ilerleyebilmişken "Mavi Mağara ve Aya Yorgi Adası'na gitmek ister miydiniz?" sorusu yürüyüşümüzü bölüyor. Taksi botla önce Mavi Mağara'ya daha sonra da Aya Yorgi Adası'na gidebileceğimizi, üstelik gidiş-dönüş saatlerimizi de kendimiz ayarlayabileceğimizi öğrenince saat 12.10 ve 15.50 için yer ayırtıyoruz. Gidiş saatimize kadar birkaç restorana bakıp Lazarakis Restaurant'a akşam yemeği için rezervasyon yaptırıyoruz.


Hareket saatimizde taksi botumuz bizi almaya geliyor. Kaptanımız hepimize tek tek oturacağımız yerleri gösterdikten sonra motoru çalıştırıyor. Küçük botumuzla ilerlerken Yunan kaptanımız dönüş saatlerimizi öğrenip “Benden başka kaptanın botuna binmek yok,” diye uyarıyor bizi.



Mavi mağaraya doğru son sürat ilerlerken yanımızdan geçen diğer botların dalgası bizi zıplatıyor. Kaptanımızın meraklı soruları ve yaramaz dalgalar sayesinde keyifli bir yolculuğun sonunda esrarengiz mağaranın kapısına ulaşıyoruz. O kadar alçak yerden nasıl geçeceğimiz sorusu kafamızı kurcalarken kaptanımızın Türkçe “Eğil, eğil!” diye bağırması şaşkınlığımızı artırıyor. El işaretleriyle ve çat pat İngilizcesiyle bize botun seviyesini geçmeyecek şekilde eğilmemizi, yani botun zeminine yatmamız gerektiğini anlatıyor. Yalnızca birkaç saniye içinde kaptanla beraber sekiz kişi botun içinde koyun koyuna yatarken buluyoruz kendimizi. Kaptanımız korna çalıp içeri gireceğini haber verdikten sonra bir nefeste büyülü bir dünyanın içine dalıyoruz.


Etrafımız mavi gölgelerle boyanmış mağara duvarlarıyla çevriliyor bir anda. Kaptanımız beş dakikalığına mola verdiğimizi ve bu kısa süre içerisinde yüzebileceğimizi söyleyince vakit kaybetmeden suya atlıyoruz. Bu eşsiz mavilikte kendimizi kaybetmeye fırsat bulamadan kaptanımız bizi tekrar bota çağırıyor. Aynı dizilimi bu sefer ıslak zeminde tekrarlayıp günışığına çıkıyoruz.



Zıplatan dalgalar ve yüzümüze vuran su damlaları eşliğinde Aya Yorgi Adası’na gidiyoruz. Meis’in yavru adası olarak düşündüğümüz bu adaya ayak bastığımızda bir kilise ve mavi şezlonglar karşılıyor bizi. Biraz yukarıdaki şezlonglara yerleşip sakinliğin tadını çıkarıyoruz.


Yüzme vakti gelince Kaş’tan aldığımız deniz ayakkabılarımızı giyip kayalıklı denizde yüzmeye başlıyoruz. Bazen kuma bazen de kayaların üstüne basabiliyor olmamız ve suyun turkuazlığı, bize havuzda yüzdüğümüz hissini veriyor. Küçük balık sürülerini takip etmekse sudaki en büyük eğlencemiz oluyor.



Aya Yorgi Adası’nda geçirdiğimiz keyifli saatlerin sonuna yaklaşıyoruz. Eşyalarımızı toplayıp kaptanımızın bizi alacağı yere gidiyoruz. Şapkası ve tişörtü sayesinde gelen iki bottan hangisinin bizim kaptanınki olduğunu anlamamız zor olmuyor. Öncekilere göre çok daha kısa süren yolculuğumuzun sonunda kaptana veda edip Meis Adası'na ayak basıyoruz.


Adanın renkli evlerinin arasındaki dar sokakları keşfe çıkıyoruz. Bazı sokaklar küçük meydanlara açılırken, bazıları evlerin bahçelerinde son buluyor. Adada gezerken insandan çok kedi gördüğümüzü fark ediyoruz.



Kıyı şeridini oluşturan yayı yürümeyi tamamladığımızda günbatımının turuncu adaya farklı bir görünüm kazandırıyor. Karşımızda duran manzara, usta bir ressamın fırçasından çıkmış bir tabloyu andırıyor.


Rezervasyon yaptırdığımız restorana giderken sudan gelen bir ses bizi ürkütüyor ve merakla suya bakıyoruz. İlk bakışta bir şey göremesek de sabredip bekleyince sevimli iki kabuklunun sudan çıkıp bize el salladığını görüyoruz: Caretta-carettalar! Uzaktan da olsa oyunlarına şahitlik etmek çok hoşumuza gidiyor.



Lazarakis Restaurant’a ulaşıp iskelenin ucundaki masamıza yerleşince erkenden yer ayırtmakla doğru bir karar verdiğimizi anlıyoruz. Güzel mezelerin, restoranın adını taşıyan özel salatanın ve uzonun* eşliğinde deniz balığının tadını çıkarıyoruz. Gün karanlığa dönüp adanın ışıkları yanınca oluşan manzara ve dalga sesleri yemeğimize ayrı bir lezzet katıyor.


Yemeğimiz bittikten sonra ikram edilen mastikayı** da içince adaya özel tüm lezzetleri tattığımızı düşünüyoruz. Restorandan kalkıp kahvemizi içmek üzere kilisenin önünde bulunan rahat koltuklu ve Kaş manzaralı bir kafeye oturuyoruz.



Saat 23.00’da hareket edecek feribotumuza doğru yürürken adaya ve sokaklara “Hoşça kal,” diyoruz. Herkes aynı anda feribota binmediği için bu sefer gümrük kontrolünde fazla zaman kaybetmiyoruz.


İçerideki rahat koltuklu bölümde oturup günün yorgunluğunu üstümüzden atarken “İyi ki gelip görmüşüz Meis’i,” diye düşünüyoruz. Eğer siz de Kaş’a gelirseniz pasaportlarınızı yanınıza almayı unutmayın ve Meis’i mutlaka görün.

Bol okumalar, bol gezmeler!

Yaren & Zeynep

 

*uzo: Tadı rakıya benzeyen, Kuzey Akdeniz'de üretilen pastis, sambucanın yanı sıra Levant ülkelerinde de üretilen arak benzeri anasonlu bir içki.

**mastika: Özellikle Yunanistan'da bolca bulunan sert bir içki çeşididir. Mastik likörü ya da sakız likörü olarak da bilinen bu içki, aromasını sakız ağacı reçinesinden alır.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page