top of page
  • Yazarın fotoğrafıBaştan Uca

MİLATTAN ÖNCE BİR KENT

Güncelleme tarihi: 23 Eyl 2018

Bu hafta ülkemizin güneyindeki tarihi yerlerden biri olan Olimpos'a konuk oluyoruz. Bu sefer seyahatimize Mert Yavuz (Zeynep'in erkek arkadaşı) da eşlik ediyor. Plaj malzemelerimizi, atıştırmalıklarımızı ve suyumuzu çantamıza yerleştirip şapka ve gözlüklerimizi de taktıktan sonra antik kentin yolunu tutuyoruz.



M.Ö. 188 yılında Likya kentleri, kendi birlikleri adına Roma'ya elçi göndermeleri sonucu, Roma tarafından tanınan resmi bir birlik kurmuşlardır. Olympos tarihine ilişkin en erken tarihi yazılı kanıtlar da Likya Birlik sikkeleriyle sağlanmaktadır. Olympos, Likya Birliği'nde üç oy hakkına sahip altı önemli kentten biridir. Kentin Helenistik dönemdeki varlığına ilişkin arkeolojik veriler ise M.Ö. 300 yılı civarına tarihlendirilen sur duvarı ve Doğu Nekropol'de tespit edilen bir mezar anıtıdır.
M.Ö. 1. yüzyıla geçiş döneminde Olympos'un birlik sikkeleri sona erer ve kent korsan olarak anılan Zeniketes'in egemenliğine girer. M.Ö. 77 yılında ise kent bütünüyle Roma hakimiyetine girer. 15. yüzyılda Osmanlı egemenliği altına giren Olympos'ta yerleşim olmayışı dikkat çeken bir unsurdur. 18. ve 19. yüzyıllar ile 20. yüzyılın başında kentin Yörükler tarafından kışlak olarak kullanıldığı yerel halk tarafından aktarılmaktadır.


Antik kente attığımız ilk adımlar bizi Kuzey Nekropol'deki Giriş Kompleksi'ne götürüyor. Buradaki yapıların arasında dolaşırken hangi bölümün ne için kullanıldığına ve yerel halkın yaşam tarzlarına ilişkin tahminlerde bulunuyoruz. Mert'in aklına takılan bir soru bizi düşüncelerimizden sıyırıyor: "Neden taşların arasında pencere olamayacak kadar küçük boşluklar bırakılmış?" (Daha sonra bunun nedenini araştırdık. Rivayetlerden birine göre, geçmişte demir iskeleler olmadığı için ustalar duvarları örerken bu boşlukları tahta iskele koymak için kullanıyormuş. Bir diğer rivayete göre, yapıların depreme karşı dayanıklı olması için bu boşluklar bırakılarak duvarın ağırlığı azaltılmış ve statik denge sağlanmış.*)


Kuzey Nekropol Caddesi boyunca ilerlerken yüz yıllar öncesinden günümüze kadar neredeyse bozulmadan kalmış lahitlere ve üzerlerindeki işlemelere takılıyor gözümüz. Etrafımızdaki her taş, her yapı geçmişten bir iz barındırıyor.



Kuzey Nekropol ile Güney Nekropol'ü birleştiren köprüye geldiğimizde ise kentin havası değişiyor ve bir anda kahverengiden başka bir renk tabloya katılıyor. Bulunduğumuz noktadan Akdeniz'e uzanan bir mavilik ve etrafını yeşerten çeşitli bitkiler sahneye giriyor. Bu manzaraya eşlik eden su sesini ararken buz gibi ve berrak bir su birikintisiyle karşılaşıyoruz. Öğle sıcağını üstümüzden atmak üzere ayaklarımızı suda serinletiyoruz.


Suyun geldiği yöne bakarken kentin bir başka dünyasına açılan bir yol çarpıyor gözümüze. Sonradan turistik geziye uygun hale getirildiğini düşündüğümüz ağaç dalları ve tahtalardan yapılmış köprü ve merdivenleri geçerek önce Marcus Aurelius'un mezarına, daha sonra Tapınak'a ve Psikoposluk Kilisesi'ne ulaşıyoruz.


Asıl ihtişamlı yapı ise ormana daha yakın bir yerde bizi bekliyor: Mozaikli Yapı. Adını zemininde bulunan mozaiklerden alan iki katlı yapı, üst katı günümüze kadar varlığını sürdüremeyip çökmüş olsa da, yanı başındaki ormanla birlikte bizce kentin en büyülü yapılarından.


Sık ağaçlarla kaplı ormanın çağrısına kulak verip kendimizi yeşilin en koyu tonlarının ortasında buluyoruz. Ağaçların arasından akan dereden kaynaklandığını düşündüğümüz bir serinlikle baş başa kalıyoruz. Ormanın esrarengizliğini artıran devrilmiş ağaçlardan birinin gövdesine oturup doğayı dinliyoruz.


Kısa molamızın ardından geldiğimiz yolu takip ederek denize uzanan yolu yürümeye devam ediyoruz. Sahilin girişindeki Liman Anıtsal Mezarlarını geçip sakin bir yere kuruluyoruz. Şansımıza sahilde şemsiye satan Ankaralı birine rastlıyoruz ve yakıcı güneşten kendimizi koruyarak denizin tadını çıkarıyoruz.


Antik kent gezimizin yorgunluğunu atmak üzere kendimizi Akdeniz'in rahatlatıcı suyuna bırakıp minik balık sürüleriyle yüzmenin keyfini sürüyoruz. İlerleyen saatlerde Olimpos Dağı'nın gölgesi daha fazla insanı kucaklayacak alana ulaşıyor ve biz de kitaplarımızı açıp yumuşak kumun üzerine açtığımız örtümüze seriliyoruz.


Tatil sezonu dolayısıyla kalabalık olsa da, hem tarihle iç içe olabileceğiniz hem de sahilde dinlenip denizin keyfini çıkarabileceğiniz bir yer Olimpos. Şimdi yoğun çalışma temposuna ara verip tatile çıkmanın tam zamanı!


Bol okumalar, bol gezmeler!

Yaren & Zeynep

 

*Bu bilgi için Desen Öyküm Yavuz'a teşekkür ederiz.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page