top of page
  • Yazarın fotoğrafıBaştan Uca

ESKİ İLE YENİNİN BULUŞTUĞU YARIMADA

Koca bir yazı daha geride bırakıp sonbaharın ilk yaprakları sokaklara dökülürken biz, ülkemizin güneybatısına doğru yol alıyoruz. Bu hafta okulların açılmasıyla sakinleşeceğini düşündüğümüz ve eylül ayı için ideal seçeneklerden biri olan Kaş'a konuk oluyoruz.



Gerek sivil mimarlık örneklerini yansıtan kent dokusu, gerekse arkeolojik kalıntılarıyla Antalya'nın eski ile yeninin iç içe yaşadığı turistik ilçelerinden biridir. Karşısındaki Meis adası, Türkiye ile Yunanistan'ı en çok yakınlaştıran köşelerden birini oluşturur.
Şehir adı Likya dilinde yazılmış kitabelerde ve sikkeler üzerinde Habesos olarak geçer. Likya Birliği'ne üye kentlerden biri olup M.Ö. 6. yüzyıldan beri yaşamını sürdürdüğü bilinmektedir. Şehir, Hellenistik Dönemde oldukça gelişmiş, Roma Döneminde ise önemli bir liman kenti olmuştur. Antik şehir, kısmen bugünkü şehrin altında, kısmen de doğu-batı doğrultusunda uzanan yarımada üzerinde bulunmaktadır.

Bir haftalık tatilimizi geçireceğimiz Kaş kamping’e giderken etrafa göz gezdiriyoruz. Geniş bir meydana açılan dar sokaklar, renkli butikler ve restoranlar, eğim nedeniyle merdivene dizilmiş gibi duran beyaz taş evlerden oluşan küçük bir sahil beldesi Kaş.



Ankaramızın soğuğuna karşın, eylül ayında bile etkisini gösteren güneş sebebiyle Kaş’ın sokaklarında kaybolmayı akşama bırakmayı tercih edip kampa doğru yürümeye başlıyoruz. Meydandan uzaklaştıkça küçüklü büyüklü otelleri, dönüşüme direnen eski evleri ve renkli dükkanları görüyoruz. 



Eski Kaş Devlet Hastanesi’ni geçtikten sonra solumuzda deniz manzarası bize eşlik ediyor ve etrafımızda herhangi bir yapı kalmıyor, ta ki Likyalılar zamanından kalma antik tiyatroyu görene kadar.  Ağaçların arasından yükselen bu devasa yapı adeta nefesimizi kesiyor. 2000 yıl önce sadece bir tiyatroyken şimdi etrafına kurulmuş onlarca çadıra kucak açıyor. 


Kaş Antik tiyatrosu, denize doğru dönük ender tiyatrolardan biridir. Kentin batı kenarındaki yarım adada yer almaktadır. Başlangıçta 28 sırada 4000 seyirci alacak kapasitedeyken şimdi 26 sırası kalmıştır. İnşaat tarzına ve düzenine bakarak, tiyatronun aslı M.Ö. 1. yüzyılın ilk çeyreğine  tarihlenmektedir. Olasılıkla M.S. 141 yılındaki bölgenin pek çok kentini vuran depremden sonra M.S. 2. yüzyılda restore edilmiştir. Son olarak 2010 yılında, Antalya Müzesi tarafından restore edilmiştir. Bugün kültürel amaçlı olarak, konserler ve gösteriler için kullanılmaktadır.


Antik tiyatroyu arkamızda bırakıp merkezden çok da uzak olmayan kampımıza ulaşıyoruz. Burası hem çadırcıları, hem karavancıları, hem de bungalovda kalmak isteyenleri ağırlayan büyük bir kamp alanı. 


Eşyalarımızı yerleştirip yorgunluğumuzu atmak üzere zeytin ağaçlarının altındaki şezlonglara uzanıyoruz. Kayalara vuran dalgalar ve tatlı tatlı esen rüzgar adeta bir ninni söylüyor bize. Uykuya direnmeyip gözlerimizi kapatıyoruz ve ufak bir şekerlemenin tadını çıkarıyoruz. 



Uyandığımızda güneş etkisini biraz daha yitirdiğinden iskeleye doğru gidip kendimizi derin mavi berraklığa bırakıyoruz. Suyun içine daldığımızda masmavi bir dünyanın kapılarından içeri giriyoruz. Küçük-büyük bir sürü rengarenk balığa, kayalıklara tutunmuş sayısız bitkiye ve belki de henüz keşfedilmemiş güzelliklere ev sahipliği yapan sonsuz bir dünya... “Bir dahaki gelişimizde şnorkel ve paletlerimizi unutmayalım,” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. 


Bir anda derinlerde hareket eden bir siyahlık bizi meraklandırıyor. Arkasından gelen bir çift sarı cisim bize hareket edenin bir dalgıç olduğunu gösteriyor. Sudan çıktığımızda duşların yanındaki bir odada dalgıç ekipmanlarını görüyoruz ve burada dalış dersleri verildiğini öğreniyoruz. 



Hafif dalgalarla oynamak bizi acıktırıyor. Yemek yapmak ve restoranda yemek yemek arasında tercih yapmak zorunda kaldığımızda yol yorgunluğu baskın geliyor ve restoranın deniz manzaralı masalarından birine kuruluyoruz. Her ne kadar gün batımı dağın arkasında kaldığı için göremesek de, Kaş evlerine yansıyan güneş ışığıyla büyüleyici bir manzara eşlik ediyor yemeğimize. 


Karnımız doyup sıcaklık etkisini azaltınca merkezi keşfetmek için önümüzdeki engeller kalkmış oluyor. Vakit kaybetmeden yürümeye başlıyoruz.



Meydana ulaşır ulaşmaz sabahki sakinliğin yerini eğlence seslerinin aldığını fark ediyoruz. Karşımıza çıkan ilk yokuşu tırmanmaya başlıyoruz. Nefis kokularla ziyaretçileri kendine çeken restoranları geçerken bacaklarımız yokuş çıkmanın bedelini ödercesine ağrımaya başlıyor. Kulaklarımız şarkıdan şarkıya geçerken yasemin ve melisaların eşsiz kokusu etrafımızı sarıyor. Takip ettiğimiz ilk yol bizi meydandaki kalabalıktan otellerin bulunduğu sakin bir bölgeye götürüyor.


Yolun devamında pek de fazla görülecek şey olmadığını düşündüğümüzden seslerin olduğu tarafa dönmeye karar veriyoruz. Yeniden karşımıza çıkan restoranlarla hareketli gecemize kaldığımız yerden devam ediyoruz.



Yürüdüğümüz her sokağın kendine has bir güzelliği ve canlılığı var. İkinci el eşya satan dükkanlardan kitapçılara, minik kafelerden barlara kadar çeşit çeşit yer mevcut bu dar sokaklarda. Yokuş aşağı yürürken sadece evlerin bulunduğu bir sokağın ismi dikkatimizi çekiyor: Zekiye Teyze Sokağı. Duvarda asılı tabeladan öğrendiğimize göre Zekiye Teyze 1919 yılında doğmuş ve 84 yaşında Kaş'ta hayata gözlerini kapatan bir "Cumhuriyet Kadını"ymış. Buradaki esnafın isteği doğrultusunda da, ismi bu sokağa verilerek ölümsüzleştirilmiş.


Yokuşu inmeye devam ettiğimizde bir sürü barın bulunduğu bir yere varıyoruz. Her birinden gelen yüksek sesli müziğin birbirine karışması, Kaş'ın gece hayatının merkezinde olduğumuz izlenimini veriyor bize.



Barları arkamızda bırakıp bir başka sokağa geçiyoruz. Bu sokağın sonunda ise beklenmedik bir sürprizle karşılaşıyoruz: Kral Mezarı. Etrafı yeni binalarla çevrili bu antik yapı, Kaş'ın eski ile yeniyi bir arada barındırdığını kanıtlar cinsten.


Mezarın bulunduğu yokuştan meydana doğru inerken tekne turları düzenleyen firmalar çarpıyor gözümüze. Meis adasına ve Kekova koylarına düzenlenen günlük turların en çok tercih edilenler olduğunu anlıyoruz.


Kampa dönüş vakti gelince meydandaki Maraş dondurmacısından dondurmalarımızı alıp kampımızın yolunu tutuyoruz.


Bir sonraki hafta "Hazır Kaş'a kadar gelmişken gitmemek olmaz," dediğimiz bir yere yaptığımız gezimizi anlatacağız sizlere. Acaba yazımızda da adı geçen bu yeri tahmin edebilecek misiniz?*

Bol okumalar, bol gezmeler!

Yaren & Zeynep


 

* Cevaplarınızı instagram hesabımıza yorum olarak yazabilirsiniz :)

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page