top of page
  • Yazarın fotoğrafıBaştan Uca

HAYATA İZ BIRAKACAK BİRİ...

Güncelleme tarihi: 23 Eyl 2018

Bu hafta Ankara’nın en güzel manzaralı parklarından biri olan Botanik Parkı’na konuk oluyoruz. Ancak bu sefer bizi Botanik Parkı’nı kendine dinlenme ve hayat koşuşturmasına “Dur!” deme yeri olarak seçmiş hocamız, ağabeyimiz Mert Can Duman konuk ediyor. Onunla Botanik’in serinletici havasında yaptığımız sıcacık sohbete dahil olmanızı istedik.



Çocukluğunda ne olmak istiyordun?
İçinde küçük küçük tüpleri olan bir tüp arabam varmış. O zamanlar kombi yok, eve tüpçü geliyor sırtında o mavi büyük tüplerle, “Abla nereye koyayım?” diye soruyormuş. Ben de küçükken tüp arabamla annemle tüpçülük oynarmışım. Ben tüpçü olup “Abla kaç tüp lazım?” diye sorarmışım. “Mert bey iki tüp lazım.” diye cevaplarmış annem de. “Tamam, abla getiriyorum.” deyip arabayı sürüyormuşum, tüpleri taşıyormuşum. “Abla nereye koyayım?” diye soruyormuşum, o da “Buraya Mert Bey, teşekkür ederim.” diyormuş. Zannetmişler ki ben tüpçü olacağım. “Küçükken ne olmak istiyordum?” sorusuna "Tüpçü olmak istiyorum." diye cevap verirdim herhalde (gülüyor). Babam şoförlük yaptı o yüzden arabalarla aram çok iyiydi. Şoför olmayı da isterdim tabii. Ama bugün geldiğim noktayı hiç düşünmemiştim.
Altı yaşımda Antalya’ya ailecek TRT kampına gitmişiz. Bir ara “Mert Can nerde?” diye merak etmişler. Nerede olduğumu bilmiyorlar ama kamp içindeyim sonuçta. Birden kampın içindeki diskotekten “Dans yarışması birincisi Mert Can Duman!” anonsunu duymuş bizimkiler. Ben kendi başıma gitmişim, dans yarışmasına katılmışım. Cem Karaca’nın Islak Islak şarkısında dans etmişim. Dansla tanışmam o şekilde olmuş. Halk oyunlarına da bir ilgim olmuş ve birinci sınıfta öğretmenim beni okulda kurduğu ekibe dahil etmiş. Hatırlıyorum, Diyarbakır yöresi oynuyorduk, 1.30 boyumla ekip başıydım ve 1.40'lık mendil tutuyordum elimde. Dansla tanışmamdan sonra, “Büyüyünce bir dans okulu mu açsam?” diye düşünmüştüm.


TRT Çocuk ve Gençlik Halk Oyunları Topluluğu'na ne zaman başladın?
İlkokul 3. sınıfın sonunda TRT sınav açtı. Ben o zaman zaten okulun ekibinde oynadığım için sınava girmek istememiştim. Babam beni zorla götürdü “Oğlum TRT’ye gir adam gibi oynarsın.” dedi. 1996’da TRT'nin sınavını kazandım. Dansa öncesinde başlamış olsam da 1996’yı başlangıç tarihi olarak görüyorum. Yolum iyi ki TRT den geçmiş. TRT bir okul gibi, içerisindeyken o kadar fark edilmiyor ama dışarı çıkınca anlaşılıyor. Şimdi çok yakın olarak görüştüğüm arkadaşlarımın hepsi TRT’den; çünkü onlarla seyahate gittik, aynı sahnede aynı iş için ter döktük.
Lisede eğitmenliğe başlamıştım. İlk olarak küçük ekiplerle çalıştım. Törenler için ekipler hazırladım. Orda da pek çok şey öğrendim. Üniversitelerde de eğitmenlik yaptım, yaşımdan büyük öğrencilerim vardı. Devlet demiryollarında çalışanlar da bir ekip oluşturmak istemişler, onlara da eğitmenlik yaptım. Bunlardan sonra Bilkent, şimdi de Tevfik Fikret.

Aktif dans hayatın devam ederken üniversiteye girdin yani.
Evet, 2006'da ÖSS'ye girdiğimde hala TRT'de dansçıydım. 2007’de son gala gösterime çıktıktan sonra bıraktım. Benim dönemimden en son bırakan da bendim. ÖSS’ye girmeden bir gün önce de çok ateşlenmiştim, “Acaba sınava girebilecek miyim?” sorusu vardı aklımda. Neyse ki sınav sabahı iyileştim girdim sınava. Sınav da iyi geçti zaten sınava kadar o kadar sıkı çalışınca stres de kalmamıştı. Tercih zamanı geldi kazandım mı kazanamadım mı bilmiyordum ama TOBB ETÜ İktisat Bölümü’nü isteyerek yazdım. İyi ki de yazmışım çok severek okudum. Hala özlüyorum.


TOBB ETÜ’nün eğitimi diğer üniversitelere göre farklı. Böyle bir üniversite eğitimi senin hayatına nasıl bir katkı sağladı?
Bir yılı üç dönemde okuyorduk, yaz tatili yoktu ama ben bunu bilerek girdim üniversiteye. Bizim yazlığımız yoktu, yazın kampa giderdik bir haftalığına. Dolayısıyla ben pek tatil aramazdım. O yüzden de okulun üç dönem olması beni hiç yormadı; bir ay tatil bana yetiyordu. Okulun eğitim sistemi sayesinde üç yerde staj yaptım, mezun olduğumda bir yıl çalışma tecrübem vardı ve staj dört ay sürdüğü için işi öğrenip oradaki çalışanlar gibi çalıştım stajda. İş hayatının temposuna daha öğrenciyken hazırlanmış oldum. Şimdi hafta sonları halk oyunları provalarıyla birlikte haftanın yedi gün çalışıyor gibiyim. Arkadaşlarım şaşırıyor bu tempoya nasıl dayandığıma “Alışmışız.” diyorum. TOBB ETÜ o anlamda iyi bir okul.

Mezun oldun, sonra?
Mezun olurken şu an doktora yapacağımı söyleselerdi inanmazdım. Mezun olurken bir an önce bir iş bulma derdim vardı. “Bana uygun olmadığını bilsem de şurada çalışayım.” derdim. Hocam da “Bir kartvizitin olsun istiyorsun ama acele etme illa bir iş sahibi olmak zorunda değilsin. Yüksek lisans yapmayı dene.” demişti. O sözü hiç unutmam, bir kartviziti olsun diye mutlu olmadığı bir yerde çalışmamalı insan. Ben de bu düşünceyle TOBB ETÜ’de yüksek lisans yapmaya karar verdim. ‘Bir şey okuyayım, bir şey araştırayım’ fikri hoşuma gitti; çünkü akademi insanın kendisiyle kaldığı bir yer. Yüksek lisansta bana yüklenen o misyon hoşuma gitti. Hala bir yerlerde yazıyor olma sebebim odur; kendi kendime araştırma motivasyonum oluştu. Bir cümle yazarken aklıma başka bir şey geliyor ve kenara not alıyorum. Araştırıyorum, bazen beklediğim sonuç geliyor, bazen beklemediğim bir sonuçla karşılaşıyorum “Bundan güzel bir çalışma çıkabilir.” diyorum.
Okuduğum bir dergide İstanbul’da yapılan ekonometrik bir çalışmayı Ankara’ya uyarlasam nasıl olur diye merak ettim. Aynı yöntemi kullanarak Ankara’dan veri topladım ve anlamlı sonuçlar çıktı. Sonuçları da yazıya döktüm ve dergiye gönderdim. Bodrum’a tatile gitmiştik üç kafadar, akşam yemeği yiyorduk. Bir anda mail geldi “Mert Bey, yüksek çözünürlüklü fotoğrafınızı gönderirseniz yazınızı fotoğrafınızla birlikte dergide yayımlayacağız.” diye. Hocalarımın yazdığı bir dergiye yazım kabul edilmiş, ne büyük mutluluk! Bu başarı bana ayrı bir motivasyon kazandırmıştı. Hayatımın dönüm noktalarından biri diyebilirim o yüzden. Tabii o yazının üstüne elli tane daha yazı yazmışımdır bugüne kadar.
Şimdi doktora yapıyorum. Annem “22 yıldır okuyorsun, sürekli sınavlara giriyorsun oğlum, yorulmadın mı?” diyor ama bu benim için artık keyifli bir şey haline geldi. Sanki sırtımda bir heybe var ve yolda edindiğim bilgilerle onu yüklüyorum. Evet, yüküm ağır oluyor ama biliyorum ki o bir gün bir yerde işime yarayacak. Bilgili olunca özgüvenli olduğumu da hissediyorum. O meşhur söz var ya “Bilgi güçtür.” diye, gerçekten de güçtür bence. Halk oyunlarında da öyle. Biliyorsam sonuna kadar giderim, bilmiyorsam çekilirim.


İş hayatına ilk olarak nerede başladın?
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nda. Üniversite’de yedi kişilik bir arkadaş grubumuz vardı. Hepsi İstanbul’da çalışmaya gitti. Yüksek lisansı bitirmek üzereydim ve Ankara’da iş arıyordum. Dansın hayatımı şekillendirmesi de böyle oldu; devlete geçersem dansla da ilgilenmiş olurum diye düşündüm. Çeşitli devlet kurumlarının mülakatlarına giriyordum ama bir türlü olmuyordu. Sınavında birinci olduğum kurumun bile mülakatını geçemedim. Bazen başarılı olsan bile şans olmayınca olmuyor. En son Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın yazılı sınavına girdim ve sonuncu olarak kazandım. Mülakatta da sonuncu oldum ama sonunda girebildim ve orada çalışmaya başladım. Dört senenin sonunda ilginç bir teklif geldi ve şu an bambaşka bir yerdeyim.
Şimdi lisans hayatıma bakıyorum, Nar’da (Nar kafe derdik bizim kafeteryaya) kahve içen çocuğu hatırlıyorum, akademi hiç aklında yoktu akademiye bulaştı, devlet kurumumda çalışmak isterdi ama buralara kadar gelmenin hiç hayalini kurmazdı. Çalışınca oluyormuş demek ki. Doğru zamanda doğru yerde olabilmek de etkili ama doğru yeri bulabilmek için çabalamak da gerekiyor. Atatürk’ün sevdiğim sözlerinden birdir: “Tek bir şeye ihtiyacımız var; o da çalışkan olmak.”


Bu kadar yoğun çalışmana rağmen hafta içi bile kendine ayırabilecek zamanı bulabiliyorsun. Bu boş zamanları nasıl yaratıyorsun?
Çabalıyorum. Geçenlerde bir arkadaşımla buluştuğumuzda bana sitem etti “Botanik’e kadar geliyorsun evimin yakın olduğunu biliyorsun neden beni aramıyorsun” diye “Özellikle gelmiyorum çünkü onca koşuşturmanın arasında kendime ayırdığım o bir saatte kitap okumak istiyorum. O an dünyanın en zevkli sohbeti bile olsa, oturayım, kuleye bakayım, şu şelalenin sesini dinleyeyim istiyorum.” dedim.
‘Me time’ diyorlar, gerçekten insan kendiyle olmalı, kitap okumalı, bazen kitap bile okumayıp müzik dinlemeli, sosyalleşmek için değil kendi için vakit ayırmalı. İş hayatında iş için, provalarda dans ve ekip için, biriyle otururken onun derdi için vakit ayırmış oluyorum ama burada, Botanik’te geçirdiğim zaman tamamen kendime ayırdığım vakit. Bu vakit için çabalıyorum, çok erken kalkıyorum. Uyumak bile kendine ayırdığın bir vakit, benim uyku ile çok aram yok, onun yerine sabah beşte kalkıp gölün kenarında kitap okuyorum, evde oturacağıma orda oturuyorum. “Hiç üşenmiyor musun?” diyorlar, hayat bir şelale, bunu da yapmazsam o şelaleye kapılır giderim. Arada bir durup suya karşı çıkmak lazım.


Bazen insanlara komik geliyor takım elbise ile Hacettepe Yeşil Vadi’de Oreo yiyen kahve içen bir adam, yani cinsim orda. Millet oturmuş çimenlere yayılmış, ben köşede bankta oturuyorum. Amaç yarım saat de olsa kendimle kalmak. Oraya gidince de “Of hayatım çok kötü.”, “Sevgilimle kavga ettim.” gibi şeyler düşünmüyorum, aksine özellikle bir şey düşünmemeye çalışıyorum; çünkü dinlenme zamanı o. “Kitap okumaya vaktim yok.” diyor bazı insanlar. Kitap okumak istiyorsan, uykundan biraz feragat edip erken kalkacaksın ya da yarım saat geç uyuyacaksın ve o kitabı okuyacaksın.

Sence sen başarılı mısın ve başarının sırrı nedir?
Kendimi başarılı olarak görüyorum. Başarının sırrı çalışmanın yanı sıra şans bence. Bu ikiliyi güzel harmanlamak lazım diye de cevap verebilirim. Tanışmamıza vesile olduğu için Tevfik Fikret'ten örnek vereyim, birlikte başarılı işler yaptığımızı düşünüyorum ama beni buraya havadan getirmediler. Ondan önce de Bilkent'te törene ekip hazırlıyordum. Tevfik Fikret'in kapısı yine Tevfik Fikret'ten bir hocamız vesilesi ile açıldı. Bir iş yapıyorsun, o bir kıvılcım oluyor, eğer doğru bir adımsa gerisi de geliyor. Yaptıkların ve ortaya çıkardıkların birileri tarafından görülüyor. Şu an Tevfik Fikret hayatımın büyük bir kısmını oluşturuyor. Gerçekten benim tabirimle ‘gönlümün efendisi’.


Mezun ettiğin öğrencilerinin olması ve onlarla hala görüşmek nasıl bir duygu?
Süper bir duygu. Birini yetiştirmek çok güzel bir şey; bir fidanı ağaç yapıyorsun. Ucundan öğretmenliği tattığımı düşünüyorum. Sahne kutsal bir yer bence. Aynı amaç uğruna ter dökmüşüz, bitmiş ama hayat devam ediyor ve şu an çok farklı şeyler konuşuyoruz. O çok garip bir duygu. Anneme de “Mezunlarımla buluşacağım.” dediğimde biliyor ki o günüm çok güzel geçiyor. Bir de mezunların sayısı fazla olunca gösterilerde rahat oluyorum. Bu seneki gösteride hiç yorulmadım mesela pek çok mezunum geldi yardım etti. Yetiştirdiğin insanların senin için koşturuyor olması güzel bir duygu. Ben her sene düğün yapıyorum. Her sene ekibimle birlikte gösteri sunuyoruz seyircilere. Biz her zaman bir ekibiz, sahne önünde de arkasında da.


Eğitmenlik mi dansçılık mı?
Eğitmenlikten bunaldığımda dansçılık, dansçılıktan yorulduğumda eğitmenlik. Dansçılık daha kolay eğitmenlik daha haz verici. İkisinin de ayrı yönleri var. Dansçılıkta tek derdin doğru yerde durmak; çünkü senin için her şeyi düşünen biri var. Eğitmenlikte ise her şeyi sen düşünüyorsun. Dansçılık fiziki anlamda yorucu ama tercih etmem gerekirse %65 eğitmenlikten yanayım. Sen bir hayal kuruyorsun o hayal ekip ile hayata geçiyor.

Bu noktadan sonra en büyük hayalin ne? Şu olsa artık 'Tamam' diyeceğin?
Artık “Tamam” demem büyük ihtimalle. Hep daha iyisi olmalı ki daha iyiye gidebilesin. Bir hayalim yetişkinler kategorisinde yarışmaya girmek. Fırsat olursa güzel bir şey olabilir. Bu kategoride eğitmen olarak bir yarışma görmek istiyorum.
Demişler ki “Hayatta anılmak istiyorsan bir iz bırak.”. Ben bir iz bıraktığımı düşünüyorum.

Şimdi kahvenizi, kitabınızı alıp Botanik'te kendinize vakit ayırmanın tam zamanı!


Bol okumalar, bol gezmeler!

Yaren & Zeynep

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

AKEKA

bottom of page